19 Ağustos 2013 Pazartesi
İnce Buzdan Kavun Karpuza Zurnaların Gelişimi
Hayatımda, ince buz devrini başlattım. Bu sincaplar, filler, çatal dişli gaplanlar olan buz devri değil. Bu Norveç'in göllü bir bölgesinde donan gölün üstünde bahar aylarının sonunda yürümek gibi bir şey. Kafamı kızdıranı göle yürü diye bırakıyorum. Hataya devam ederse uzaktan uzaktan yeri çekiçliyorum. Akıllanmaya başlarsa elimi uzatıp dışarı çekiyorum. Göle düşen düşer, çıkan da çıkar. Ne olursan ol and justice for all! Bir bana dön adım at ki çekeyim değil mi Benjamin? Yaptığım meslek itibariyle sayılarla aram epey iyidir. Mantıksal çözümlemeler, problem çözmeler, analitik düşünmeler ve verimlilik olaylarına hükmetmek az buçuk ruhuma işlemiştir. Sosyal olaylarımı da sayısal çözmeye başlamaktan başka çarem kalmadı. Ve dedi ki: hendeseciyi sayılarla sıkıştıranın vay haline... Şüphesiz ki o sayılar dönüp gerçek sevenine döner. Bu kadar avans yeter Benjamin. Sıkıldım hiç bir şey yapmamaktan ve tek haneli insanlara laf anlatmaya çalışmaktan... Sıkıldım sabretmekten, aynılıktan. Ve en önemlisi sıkılmış portakaldan, limondan, greyfurttan, vitamin barından...
Selamünaleyküm diye repe başlayan adam gördüm bugün. Yo yo selamünaleyküm ben Zeloo! Fazla bakma bize olursun Tro! Yurdum gençlerini geçtim gezegenimin gençleri bu Dünya size emanet. Çok iyi yoldasınız. Devam edin. Aklıma gelmişken Murphy denen bir adam varmış. Bu bizim Hızır'ın tam tersi. Başa kötü bişey gelince, sıkışınca falan bu da geliyormuş. Hepsini üst üste yığıyormuş. Az önce kahveye indim. Sopa kestirdim meşeden 40 santim . Dağıttım abilere. Bizim mahalleye gelirse bi temiz benzeteceğiz. Benim bildiğim Murphy baya koyu çikolata renkli komik bir abiydi . Filmleri vardı şişko profösör diye. Zayıflatan ilaç yapıyordu. Karıya kıza dadanıyordu, ekmeğine bakıyordu. İşte yıllar değiştirdiyse onu bilemeyeceğim. Aldıysa onun gözlerindeki yaşama sevincini.O da artık kötü adamlar gibi hile, hurda, zulüm, tecavüz peşindeyse kırk santimlik sopayla tanışacaktır. Uleyn üst üste neden geliyor 9 katlı gofret mi bu? Düzeni kim kuruyorsa ben de onu düzeneyim. Düzensizseniz düzen sizsiniz... Bi de bizim yumurta çıksın çift sarılı a.q. yani üçüncü tip zeka katsayısı. Attitude quotient. Harbi mal olup hayatta bir yere gelmişlerin zekaların bulunan şeymişmiş. Bildiğin bal dediğimiz olay bu ya. Ya hırsızlık yapmıştır ya uğursuzluk. İki gün lezovenk derler üçüncü gün lezovenk ne ki abi? Diye sorarlar adama...
Sana seni senden daha iyi anlatacak bir olabilir mi? Dertlerini hemen çözecek. Hayatını paylaşacak. Seni mutlu edecek. Mutsuzluğunu bile paylaşıp çekilir hale getirebilecek. Yalnızlığını bitirecek. Gak dediğinde su, guk dediğinde yemek getirebilecek. Üşendiğinde hemen orada bitip üşendiğin işi senin için hemen yapabilecek. Sabahları öperek uyandıracak. Biraz daha uyumak istediğinde istediğin kadar uyu daha 3-5 saat var diyebilecek. Saçmaladığında ve haksız olduğunda bile yanında olacak. Hatta seni haklı çıkartacak şeyi bulup işleri lehine döndürecek biri olabilir mi? Yürüyün gidin ya. Hınah bulursunuz. Kimse ne Polat Alemdarcılık oynasın ne de Polyanna'cılık. Bu arada Polyanna nedir abi ya? Bana direk sevişirken film çekenlerin, kornocu mu, zurnacı mı ne işte o sektördekilerin isimlerini çağrıştırdı. Oh olsun daha büyük bir kırbaçla da vurabilirdi. Oh olsun canımı daha çok acıtabilirdi. Oh olsun zenci olabilirdi. Ayşecik olsun Polyanna. Hayat sevince güzel. Karpuzu kavunu bostanı sevin. Piçakla kesin yiyin diye filmi vardı. Ömercik de vardı. Sarı pipi tam ya.
5 Ağustos 2013 Pazartesi
Ya şehriye Ramazan olmadı tel şehriye
İnsanlar doyumsuz. İnsanlar memnuniyetsiz. İnsanlar tahmin edilesi. Bende çevreyle iletişimsel monotonluk oluştu. İzlediği filmlerin gidişatını tahmin edip ilk kez izlediğim filmlerden bile zevk almaz oldum. İnsanlar ve yaptıkları hep aynı. Her ayın sonu ya da başında patronların veya amirlerin arayıp parasal konularda viyaklamaları ve senden duyduklarının içinden sadece işine gelenleri çekip çıkarıp yine sana karşı kullanma çabaları da çok monoton. Siyasetçilerin hareketleri bütün milleti etkilese bile, siyaset var olduğundan beri aynı. İnsanlar binlerce yıldır hiç mi ders almamış? Hiç mi düşünmeyi seçmemiş? Hala aynıyız. Sürüyüz. İşte sen de artık herkes gibisin, gibiydin ve gibiydiniz. Arada şaşırt beni, ürküt beni, ohalat ve vayslat beni. Ama nerde... Müzik, sinema gibi sanat olan ama popüler kültürün bulaştığı her şey popolar kültüne dönüşüyor. Yeni nesilin şarkıcı diye dinledikleri, kendine örnek aldığı ekolayzırla sesi oynanmış sanattan ziyade para yapar bu diye piyasaya sürülen cücükler sadece. Sinemada da bir Amerikan hakimiyeti ve kısır döngüleri ve döngüsüz kısırlığıyla kendini tekrarlayan boş filmler. Süper kahramanlar, yalanlar yalanlar yalanlar. En son ne zaman akıl kurcalayan bir senaryo geldi ki. Ne zaman kurgusu ve akışı düzgün bir film izledim ki? Seksenler, doksanlar başı nerede? Tüketim toplumu senin ta ananı babanla evlendireyim...
Bu kadar serzeniş yeter. Biraz da makara yapayım. Son günlerde buralar çok sıcak oldu. O kadar sıcak ki
asfaltta yumurta kırma deneyi yaptım. Yumurta asfalta değmeden buharlaştı. Yolun karşısındaki otobüs durağının içinde vaha gördüm. Palmiyeler, develer falan vardı. Vahaya gittim. Cansız manken vaha kılıçaslan çıktı. Hemşerim hayırdır çok boş bakıyon? Niyetli misin? dedi bir ses. Neye niyet neye kıspet derken yağlı güreşi düşünüp bu halde bile çağrıştın. Beynine yumurta kırayım dedim. Zaten garip çalışan beyin sıcağın etkisiyle vıcık vıcık oldu. Bir de niyetli olmak var. Sıcaklık 60 derece, nem yüzde beşyüz. Kafalar olmuş Zonguldak. Selamünaleyküm abi? Nassın? - Hıııııı. Bir işimiz vardı. -Hııııı. Abi sizin ev yanıyor.- Hııııı. Emrah koş anana halleniyorlar. - Hııııı...Sahur kaçta oluyor delikanlı? -Hııııı....
Bir de şimdi bayram klişeleriyle uğraş. Abidik gubidik mesajlar. Çikolata , şeker... Peki nedir ramazan? What is the meaning of ramadan? Neden kutluyoruz? Ramazana çikolata şeker olayını sokan din midir? Baklava yemek sünnet midir? Şeker bayramı kavramı nereden geliyor? Tüketim toplumunun dini bayramlara etkisi yok mu sizce? Şeker olayı cadılar bayramıyla etkileşimle gelmiş olabilir mi? Kapılarda dolaşıp şeker toplayan çocuklar benzer değil mi? Hep kendimiz yazıp kendimiz oynuyoruz. Çok çakalız. Herkesin ramazan bayramı TATİLİ kutlu olsun. Önemsediğimiz şey tatil kısmı zaten. Şahsen çok da fifi. Gündüz tıkın, gece alkol kafası. Aman ha kurban etiyle içmeyin. Çünkü günah o kadar beklemek 2-3 ay beklemeyin alın kasaptan mangal falan yumulun. Daha kurbana çok var. O zaman takılırsınız. Ciğeri dalağı, rakı falan. Ayrıca en müslüman benim. Müslüman doğru konuşur, yalan söylemez. Müslüman kelimesi belli bir anda Müslüm Gürses dinlerken kendinden geçip kendine acı çektirmek için keskin aletlerle façalanma anı demek olabilir. Müslüm an. This is a fucking Müslüm moment. Kalemtraş getir oğlum. Permatik çek. Pişman olacaksın Ebu Sufyan. Pentagram şarkı yapacak bu filmin müziğini. Antony Queen'in isyan edecek ciğerimi yediniz diye. Hubel'e tapacaksınız!
Son olarak UFO gerçeği, uzaylılar bildiriyor: Sen mi büyüksün? Hayır ben büyüğüm. Ben. Yaşşar Usta!
2 Temmuz 2013 Salı
KUANTUM FİZİKLİ YAZ RÜYALARI
Yazlık kafalar geldi yine. Yazın sıcaktan uyuşan bünyelerin etkisi, güneşin bol gündüzün uzun olmasıyla keyiflenen insan psikolojisinin sorgulamaz tepkileri ve değişen metabolik hareketlerimize değineceğim. Eskiden kışın uyurduk. Canlı dediğin kışın uyur arkadaş. Kış uykusu diye bir şey var. Milattan falan epey önce dinozorlar çağıyla Ramazan bayramı arasında ilk memeli icat edildi. Adı ilkus memelicus olan bu abiler ''soğuk yatam ısınınca kalkam'' felsefesiyle evril evril lavin günümüze geldi. Biz ise kışları anırırcasına çalışarak nevaleyi doğrultma peşine düştük. Haliyle de yazın bünyelerin gevşemesi münasebetiyle yatar olduk. İnsanlık evrimine ters gidiyor. İşte bu ters evrimleşmenin sonucu olarak ters mışnatıslanma olayı yüzünden Schrödinger'in kedisi bize küstü. Heisenberg'in kedisi sokağa kaçtı. Adnan Hoca'nın kedileri geldi yerlerine. Uzay yolculuklarına çıkıp keşif keşif gezerken, Kimsenin bilmediği sapa sapa köylere gidip abidik gubidik yemeklerini yedik. Aptal kutularında yayınladık. Kendi ısssızlığımıza çareler arayacağımıza ıssız adalara keyfimizden atıldık. Aç,suzuz dallara direklere çıktık, oyunlar oynadık milyonlara narkoz olduk. Hoşgeldin ters evrim. Fakat zeki olan her zaman kazandı. Sorun bakalım homo erectus abimize, sorun neandertal bir komşu amcanız varsa sorun. Ama şöyle köşeli alınlı kıllı sakallı bir amca olsun. Sizi homo sapienler sizi... Homo novus alır hocam. Bence de alır. Tanrı zar atmaz... Aynştayn abi tanrıya ne yapacağını söyleme Bohr abi kızıyor. Bilgi devrimi oldu mu komşular. Bilinç devrimi de olacak sanki. Dizlerim ağrıyor... Of Heisenberg abi belirsizlik ilkesi nedir yahu? Laplace Şeytanı kankam olursa da hayat çok sıkıcı olur. Kediler kediler az biraz beynimi yediler. Bırak hayat dağınık kalsın benjamin...
Yine azgın bir hayvan döver gibi çalıştığım günün sonundayım. Çocuklar için ılık süt vakti olan bu vakitlerde uyku beynimi uyuştururken Atina'dan bildiriyorum. Atina'dan bildirmek çok kolaydır. Reha MUHTAR yıllarca yaptı. Arkadaş yılarca neden Atina'dan haberler aldık? Sonlara doğru bi 5 dakika ayrılırdı. Şimdi ana habere reklam alıyorlar. Dedeler ajans derdi. Radyoda çıkınca ağlayan bebek susar dinlerdi. Peh kaybolan güzel adetlerden biri daha oldu haberlere saygı. Şimdi ajans denilince aklıma manken ve dolayısıyla kızlar geliyor. Düşünsenize yıl 1988 Radyoda ajans başlıyor. Dede oradan bağırıyor. Susun Ajans başlıyor. Odaya bikinili kızlar doluşuyor. Catwalk yürüyüşler. Göz kırpmalar .Dede çoşuyor öpücük falan atıyor. Töbe töbe dediğinizi duyar gibi oldum. Töbe töbe iyidir. Rakıyı duble içenler töbeyi de duble çekerler. Şu anda salladım oldu. Yeni rakı alkolsüz. Varoluşa aykırı oluşum oldu ha. Alkolsüz yeni rakı tövbekarların içkisi.
Kaybolan değerlerden bahsederken eskiden tutti furutti vardı. Karışık meyveli, göğüs açmalı, striptizli... Ekranın sağ altında kırmızı nokta olurdu. Anne - babalar ortamda çocuk varsa hemen kumandayı alıp kanal değiştirirlerdi. Yıllarca açık göğüsün çok ayıp ve tabu olduğunu öğrendikten sonra Bodrum'a tatile götürülen veledin psikolojisini düşünün. Ben bi yüzeyim denizde. Beyin şartlanmış otomatikman baktığın yerin sağ alt köşesine kırmızı nokta atıyor. Hadi o neyse. Şu sorular tehlikelidir. Anneee....? Oradaki adam kadının üstünde dövüyor mu onu? Güreş mi yapıyorlar? Öpüşme sahnesi bile ayıptı yav bizde. Şimdiki veletler fena. Anne iyi güreşiyorlar mı bilmem de abi kızı fena götürüyo ha....
Gece uyandım. Dedim bi dakka. Neredeyim ben? Otobüse bindiğimi unutmuşum. Saat 3.54. Önümdeki küçük ve dandik ekranın düğmesine bastım. O anda kafamda uykunun ne kadar tatlı bir zehir olduğunu ve her hücresi o anda konforsuz olan bünyeme aldırmadan nasıl hala cezbedip beni benden aldığını düşüncesiyle sıkılıyordu. Çükübik bir kanalda hiç izlemedğim bir Çeki Çan filmi yüzümde bir gülümseme oluşturmayı başardı. Çeki Chan'ı abim gibi severim. Brış Li her zaman zengin havalı züppe hissini uyandırmıştır. Ama Çeki Çan komik abidir. Sonra aniden çubuk krakerimi gördüm. Yolculuk başında muavinin sunduğu müthiş çeşitli ikramlardan tuzlu seçeneğini temsil eden çubuk şeklinde hamurdan biraderler. Bu arada muavin ne garip kelimedir. Fransızca kökenli falan heralde. Muavin de boku oku sexi jötem boku bi yiyem. Neyse Film çok cevvaldi. Çevreyi heroin üretirken kirleten fabrika ve oradaki Gay kılıklı kungfu üstadı amerikalı coni. Döv babam döv, dayak ye babam dayak ye. Hadronla çarpıştırıp nötronlarını uzaya saçtı heriflerin. Helal olsun. Sen çeki çansın. filmleri iyi çekicaksın...
Problemlerimizi, onları yaratırken düşündüğümüz şekilde düşünerek çözmeyiz. Bu söz de sabit fikirli arkadaşlarıma gitsin. Bir taş abim söylemiş bunu. Almancası Einstein...
24 Haziran 2013 Pazartesi
Hattrick ve Patrick
Sen hiç sörf yaptın mı vaytsi’nin dalgalarında kare gömlek? Sörf için çok müsait bu aralar. Yanındakilerle dalga geçiliyor. Emniyetle dalga geçiliyor. Mükemmel dalgalar bunlar. Adeta geliyor Tsunami . Bence sen de dikkat et, sıkı tutun abi. Yine girdin suyunu çıkardın işin. Akreplere sokturdun, Tomasa dövdürdün. Peki ne yaptılar? Gelip çiçek verdiler. Tarihle ilgin olduğunu sanmıyorum ama karanfil ne demek biliyor musun? Salazar , Mussolini falan almıştır karanfilleri… Bizim nesil hep dalga geçerek yendi zorlukları. Yapacak bir şey yok deyip geyiğe vurduk kendimizi. O dalganın makaranın içinde bulduk çıkışlarımızı, çözümlerimizi. Kafa kafaya verdik, bir olduk çözdük meseleleri. Dalga geçilmeye başlandığın gün bitmişti aslında her şey. Malzeme ver bize. Çırpın, haykır, sert gel. Koca koca dalgalar geliyor, sörfünü hazırla. Hey sen sörfçü çocuk! Sen ki filmlerde yakışıklı ama beyinsiz olan. Gerçekte hiç biri olamayan. Surfs Up! Hadi bakalım kulaç kulaç. Yazdıklarım bizim sahilde takılan bir abiye. Adı İrecep. Yanlış anlaşılmasın.
Ufak bir tatil kaçamakladım bu haftasonu. Tatile giden-dönen yolu bile severim. İnsan
yalnız kalır. Dış etkenler yolun monotonluğuyla azalır. Düşünür insan yollarda.
Kısa da olsa yol iyi gelmedi değil.
Tatil işte takıl. Ye iç yat adlı üç fiilden oluşan sloganıyla herkesin
sevdiği, görünce gülümseten mahallenin güzel kızıdır tatil. Kısa süreli bir
geçer. Döner bakarsın. İyi gelir. Gidince dönersin işine gücüne. Kafa dinlemek var bir de. Kasaptan kelleyi
alıp dinledim bir ara. Pek de bir işe yaramadı. Bir de kokuyor kısa sürede.
Diyorlar hep kafa dinle falan. İnsanlar çok garip. Herkes kafasındaki ağzından konuşur ki zaten
hep kafa dinlemiyor muyuz? Tatil
konsepti içinde dinlenme kavramı da vardır. Tam tersi yorar aslında
bünyeyi. Uuu rahatım dersin geç
yatarsın. Bünye der abi 1 de yatıyorduk 3 oldu.
Yatsak mı? Ben öyle hemen yatmam, namusluyum ben dersin sabahı edersin.
Saat 5 gibi ezan okunur. Gözler düşer.
Kafa olur kompresör. Eh bi yatayım kafamda beton kırıyorlar dersin.
Sızarsın. Dinlenmek de garip bir kelime.
Yani dinsiz bir insansan bunlara biz kibarca kafir diyoruz. Dinlenince
dinli olur musun? Ya da bir topluluk
söylediklerini dinlerse yani dinlenirsen dinli olur musun? Dinsizlik de aslında
bir din değil midir?
Mutlu olduğum
konular da yok değil. Ama ürkütürken, düşündüren yanları da var yine. Karma’ya
bir borcum var. Ne zaman ister bilmiyorum. Kapı çaldığında ürkerek zıplıyorum.
Delikten bakıyorum kimmiş diye. Acaba karma mı geldi? Yoksa Keke sen mi geldin?
Tez mi geldin? Oy Keke… Çal Keke çal. Kapıyı çal. Karma gelmesin. Ya da iyilere
saysın o ufak borcu. Epey artıdayım zaten.
Tinerciye bile para verdim. Gitsin alsın uhu falan koklasın diye. Adam
keyifli ya yolunu bulmuş. Etrafa rahatsızlık vermedikçe çeksin ya. Vursun
poşetin altına. Abim dedi sonra. Her gördüğünde selamı eksik etmedi. Tinerciden
nezaket öğrenecek adamlar var ya. Ne yazık… Karma abi ya azcık yolumuzu bulsak
diyorum. Beni de bi mutlu etsen diyorum. Olmaz mı ki? Paralar maralar? Aşklar meşkler? Çapullar
mapullar? Üç gol atsam bu maçta hattrick yapsam. Sünger Bop olsam kanka Patrick
yapsam? Karma, kader, düzen, kozmos… Her ne isen ve nerde yaşatılıyorsan. Reha Muhtar geldi aklıma.. İkametgah verir mi
ki o?
16 Haziran 2013 Pazar
Resimsiz Yazı
Son 10 yılın nasıl geçti arkadaşım? Huzurlu muydun? Mutlu muydun? Tamam mıydın? Koru bunları, sahip çık, bizi biz yapanlar bunlardır... dedikleri şeyler öyle değil miydi? Şaşırmadın mı hiç? Afallamadın mı? Düşüncelere dalıp kalmadın mı? İçine kapanıp yalnızlaşmadın mı? Senin gibiler vardı elbet. Ama onların da kafası karışıktı. Onlar da anlamsızdı. Onlar da kapamıştı. Sahipli trendlere bıraktın kendini. Boş işleri konuştun. Stüdyolara doldurulmuş, sahte insanları izledin. Olmak istediğin kişileri gerçek olmayan saçma karakterlerde buldun. Aptal kutularına her gün bozuk paralarını attın. Kasıtlı zorlaştırılmış hayatına sıkışıp gözlerini etrafına kapattın. Sürülere katıldın. Duygusal oldun, emo oldun, kızılderililere özendin, apaçi oldun. Yeni ciciler çıktı. Saldırdın, hayatına amaç ettin. Para dedin, şekil dedin. Bencilliğine bile moda dedin. İnsanlığından uzaklaştın. Belki Dünya buna dönmüştü. Belki böyle olmaya mecburdun. Artık içim sıkılıyor. Gerçekten çok üzgünüm. 18 yaşımdan şimdiye, böylelerinin yönettiği bir ülkede olmaktan çok üzgünüm. Gençlikten giden yıllarım için üzgünüm. 10 yıllık bu borcu bana kim, nasıl ödeyecek ki? Özgürlüklerimi de kısıtlamaya çalış hadi... Çek kılıcını gel. Diğerlerini bilmem ama artık ben pek içime atamayacağım. Sanırım artık çok da yalnız olmayacağım.
Engeller engeller. Oyunlar da hep böyledir ya... Hepsi hayattan modellenmiş gibidir. Başardığın zaman daha zor bir aşamaya atar seni. Sonra daha zor ve daha zor. Game over'a kadar gider. Bazen pes eder kapatırsın oyunu. Bazen de inat eder dener durursun. Şimdi yine oyun bölüm sonuna doğru geldi. Sonraki aşama nasıl olacak acaba kısmındayım. Hey Mario! Acaba prenses yine mi başka kalede? Hop dikkat tosbağanın kabuğuna yan basma! Yürü tosbağa sen, al sana ateş topu ekrandan düş! Oldu abi de prenses doğru prenses mi? Peki prensesi buldun da o sana gelecek mi? Bu ne bıyık, bu ne şapka tesisatçı! İşçisin sen işçi kal giy demesin tulumları... Selamünaleyküm bölüm sonu canavarı abi. Burada bi prenses mi neyin varmış. Yapsana aramızı. Canavar falan ama belki anlar halden. O da insan sonuçta. Yapar belki bu sefer bir güzellik.Yapmazsa salarız ateş topu falan ağzına doğru. Orhan-Ferdi-Müslüm şarkıları bitmez ki zaten. Çilemizse çekeriz kaderimizse güleriz.
Yuh arkadaş büyümek monotonlukmuş ya. Sabahları küreksiyon, öğlenleri direksiyon, akşamları doğal seleksiyon. Karbon kağıdını kim buldu? Bir de eski modeli beyaz kağıdı boyar toz toz. Çeksem mi karbon kağıdını aradan? Alışkanlık huzur veriyor mu ki? Peki o zaman sabahları neden anneee 5 dakka daha diyorum içimden. Kalkıp, günaydın Dünya diye neşeyle höykürsem ya. Çimenlerde koşşam, halalahihi diye Alplerde yankılatsam sesi. Olmuyor işte benjamin neten yahu? Gerçekten ne zaman gülümsedim? Ama ''gerçekten''... Nerede yarısı?
Özdemir Asaf'lı günler dilerim.İnce zekalı, net ve oyna kelimeler oyna ya dedirten....
"yanına kadar koştuktan sonra,
bir adım daha atamayacaksan eğer;
oraya kadar sakın koşma.
sana değil, bekleyene yazık olur."
"kucuk cocuklar yapıp geceleri kendimden,
seni öpsunler diye gonderiyorum sana
bana kucaklarında seni getiriyorlar;ben de sonra o seni getiriyorum sana.."
"kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi,
öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an...
bozmadım."
11 Haziran 2013 Salı
Yazı....K
Hayatta nasıl ya dediğiniz durumlar olur ya. Bir de bu durumlara nasıl ya dediğinize şaşıran insanlar olur. Bu insanların şaşırmasına şaşıran insanlar da vardır. Taraflar ve taraflar adları sonunda olur taraftar. A.C.A.B. ne kadar geçerli bir slogandır hiç şaşmaz. Partide grup yapalım diye bir zihniyet de var. Sünger Bop Kare Şort' un donundan ceket giysem sempatik olur muyum ki? Sempatik ve parasempatik sinir sistemim kalkıyor. Sinirden kulunç yaptım yumru yumru. Şakşakçılarını da gördük bugün. Şakşak sesi başka türlü de çıkıyor ya milyonlar şakşak yapacak sana. Kolu sıyırıp alt kısmını yalıyorsun. Sonra çıkan sese bak sen. Desibel desibel dalga dalga. O kareyi hayal ettim de kareli ceket karesi gibi pek gelmedi. Diktatörlere diklendikleri için mi diktatör denilir? Yoksa diktatör vantilatör ya da aspiratör gibi bir eşya mıdır? Tiyatro yönetmenliğine de el attı ya. Yazdı oynatıyor. Oldukça da başarısız. Ver suyu, ver suyu hop yavaş çek geri, anıtı çek al ordan zumla...
Buna bu egoyu yaptıran kimdir nedir bilmiyorum.
Yine kafatasımın çatlaklarından bir şeyler sızıyor. Pekmez falan akmıyor. Mecazi olarak sızıntı var. Bisikilota mı nedir ne bi haltsa öyle bir püskevit var. Buna ilginç bir reklam çekmişler. Ayı ayı adamlar hayatta kas yaparım beynim olmasa da olur mantığıyla yaşayan abiler oynamış. Tropik adada kakaosuna kadar meyveden üretip imalat yapıyorlar. Tamamen zarar ya. Merkezi bi imalathanen olacak ham maddeyi çok miktarda ucuza alacaksın. Hele o hamuru yoğuran yok mu? Tam çakal ha. Kamera buna dönünce bir bakışlar bir pozlar. Sanki madde anti-madde dönüşümünü bulmuş Dünya enerji problemini çözüyor. Bisikolata erkekleri, hayatta bisikolata dışında bisikolatamamış adamların püskeviti. Bir de kafa ve omuzlar diye bir şampuan var. İsme bak. Düpdüz mantık. Ama fena değil. Bunun da bir ara bir reklamı vardı. Klasik siyah tişört, parıldayan , savrulan saçlar. Yürü git ya. İki bilgisayar efekti bilmiyoruz sanki. Bir de paraşütle atlayan, bateri çalan şehzade oynuyordu reklamda. Şehzade ya ne elitist zevkleri varmış arkadaş. Paraşütün açılmaz da baterinin üstüne düşersin tıss diye ses gelir o zilinden diye bir düşüncem var. Bir daha da saçını başını savurmazsın kepeksiz diye milletin ağzına burnuna sokmazsın. Hem kepekli daha sağlıklı diyorlar. Ekmeğin bile kepeklisi iyiymiş. Akıllı ol şehzade, Bülent Ortaçgil ile düet falan yapma. Aşk tesadüfleri sever ama gider mantık evliliği yaparsın sen. Öyle bir tipin var senin şehzade. Sakalı bıyığı kesince de çocuk gibi oluyorsun ha. Sokakta görsem bebe derim. Boy zaten paraşütle atlamaktan kısa kalmış. Yere ine ine bacaklar baskıdan kısalmış. Adamlara ne zorum varsa . Çekmiş reklamı almış cukkayı. Hep kıskançlık hep kıskançlık bendeki. Eh biz de gider bir gün baklava açmayı öğreniriz. Ben baklava yaparım ama onlar daha fazla bir şey yapamaz. Bu da mı gol değil?
Bugünlerde spor olayında istikrar tutturdum gibi. Koş koş koş... Şişman parkında, garip ve ne olduğu belirsiz aletlerde ıkınan insanları görünce nedense moralim düzeliyor. O aletlerin fikri ilk kimden çıktı acaba? Valla saydım 2-3 tanesi direk bel fıtığı disk kayması, birkaçı kasık çekmesi, boyun fıtığı falan yapacak cinsten. Birçoğu da etkisiz eleman, sallan dur. Geceleri boş oluyor gidiyorum. İki bira çakıyorum kulplu beygirde. Kafam güzel olsun diye o sağ sol yapan zımbırtıda takılıyorum. Bekçi geliyor. Copla kovalıyor. Son günlerde o da gelmiyor. Copla kovalayacak çok adam olunca yetişemiyor. Ben de üzülüyorum adam işini yetiştiremiyor diye kendimi copla kovalıyorum. Arada yetişip iki tane oturtuyorum. Yuh gavuramı vuruyon insafsız diye bağırdım geçen. Mahalleli camlara çıktı. Sonra girdiler. Beni tanırlar alışıklar biraz. Kendimce sevdiğim bir sözü yazacağım. Sanırım hayal kurarken malzemeden çalıyoruz. Çünkü sürekli yıkılıyor.
3 Haziran 2013 Pazartesi
Nerde parçacık orda portakal!
Biraz düşününce insan anlıyor ki aslında olduğumuz şey vücudumuz değil. Olduğumuz şey içimizde ara sıra yükselen şey. Olduğumuz şey asla tatmin edemediğimiz bir his. Olduğumuz şey aslında varlığını hep hissettiğimiz ve zorlarsak içimizden çıkarabileceğimizi düşündüğümüz gücümüz. Peki neden bu kadar uyumak istedik? Üzerimize saldırılıncaya kadar,sebepsiz yere şiddet görene kadar neden bekledik? Neden düşünmeyi bıraktık? Bizim için düşünenler mi vardı? Kendi işimize bakıp geçmek hep yetiyor muydu? Kendin dışında bir şey düşününce enayi mi oluyordun? Parçaların bütünü oluşturduğunu ve bütünü etkileyen şeylerin.parçalara da etki ettiğini neden unuttuk ki? Sonunda hatırladık en azından. Sesi hiç dinlenmemiş ve dinlenmeyeceğini bildiği için de susmuş minik bir parçacık olarak şu anda çok mutluyum. Belki artık ses çıkartırım bile. Belli mi olur? Çünkü sesler yükseliyor. Çünkü sesler uyanıyor. Olan şey bütündür zaten. Ondan üstünü yoktur ki asla isteği dışında kontrol edilemez.
Kendi konseptime dönersem anlatacak bişeyler birikmedi değil hani. Neden bazı şeyler bu kadar zor olmak zorunda ki? Artık böyle işler bir süre sonra geriyor bünyeyi. Her şeye düşünerek mi karar verir insan? Hiç duygularını kullanmaz mı? Ben artık düşünmüyorum bir çok şeyi. Hayat öyle ya da böyle seni bir yere sürüklüyor. Anı yaşama olayını sonunda başarabilmeye başladım. Deli kıvamında bir insan olup çıkıyorsun. Farketmez ki ben mutluysam insanların düşünceleri çok da fifiletto. Carpe Diem, Carpe Diem...sanırım bilinçaltım bu düşünme olayını ele aldı. Üst taraf ise kafana göre takıl abi diyor. Bazen rüyalarımdan ayrılmak istemiyorum. Uyandığım yer yine aynı rutin oluyor. Kaçmak istememin nedeni sanırım bu. Sürekli geyik yapmak sanrım bir palyaço sendromuna yol açtı. Makyajın, kırmızı burnun altında ne hissediyorsun düşünen var mı ki? Ağzımdaki makyaj hep gülüyor. Sıkıntı yok. Kostümün içini merak edenleri seviyorum esasında. Dışarda o kadar eğleniyorsan içinde de var demektir. Esas gerçek olan bu içeride olandır. Ama palyaço şovuna devam eder ve tek duyguya sahiptir. Gerçekten ağlamamışsan gerçekten gülmeyi de bilmiyorsundur.
Kafamın kurcalanmasını seviyorum sanırm. Bazen kendi kafamı kurcalayacak şeyleri kabul edip kafa yorduğum oluyor. Anı yaşama prensibine aykırı olsa da öbek öbek olasılık içinde alternatif evrenler yaratmak hoşuma gidiyor sanırım. Tanrısal satrançlar oynuyorum. Eğer böyle olursa bunu sonu nereye gider. Hamleleri düşünüyorum tek tek. Bir süre sonra yorgun düşüp bıkıyorum aman ne olacaksa olsun sloganıyla akışına bırakıyorum. Bitmeyen bir beyin cimnastiği. Analitik düşünme zımbırtısı. Babalitik düşünsem artık diyorum. Baba baba düşüncelerim olsun. Kurmacalı değil. Tak diye olacak olan. Kararlılık seviyesi yüksek. Bazen de katalitik düşünüyorum. Valla kışın süper olur, çay da sıcak durur. Çaydanlık koyma zamazingosu da alırım önüne. Omomatik bile düşündüğüm oluyor. Çamaşır yıkamadan önce hangi göze koyuyorduk? Kendi gözüme koyayım dedim bi kere gözümü öldürdüm. Korsan gibi gezdim1 hafta. Sonra geçti.
Film tavsiyesi: What dreams may come (anlayana sivri sinek saz, duygulu, bakış açılı)
Dizi Tavsiyesi: Da Vinci's Demons( Spartaküs'ü yapanlardan entrikalı, sevişmeli,dövüşmeli,zekalı ama amele)
Müzik Tavsiyesi: Kafanıza göre takılın Ferdi, Müslüm
Yemek tavsiyesi: Patlıcan oturtma, Hanım göbeği, dilber dudağı, Üçgen peynir, simit
Kız çocuk: Sashagreygül
Erkek Çocuk: Jamesdin
Tarihte Bugün: İlk kez bir insan burnunu karıştırdı. M. Ö. (çoook önce)
25 Mayıs 2013 Cumartesi
Ne yazdım len ben yine...?
İnsanın görüşü bir noktadan sonra netleşiyor. Ne istediğini nasıl istediğini biliyor. O anda mevcut olan, o ana getirenlerin bütünü oluyor. İlginç boyutları var, var olmak dediğimiz şeyin. Peki neden hep mutlu olmak istiyoruz ki. Üzgün olmayı da isteyebilirdik. Kızgın olmayı ve hatta çaresiz olmayı bile isteyebilirdik. Bize kim kodladı bütün bunları? Basitlik her zaman iyidir. Bir işi en kısa ve kolay şekilde yapmak en verimli şey ise basit olmak da iyi bir şey olmalıdır. Sadece basit olma isteği ile olması gerekenlerin olmaması sıkıntıyı yaratır. Her şey bir plan dahilinde mi oluyor yoksa sadece akışına mı bırakılıyor? Duygular sadece hormonal ve elektriksel tepkiler mi? Babam bu kadar güzel pasta yapmayı nereden öğrendi? http://www.youtube.com/watch?v=qWLd8U6ePyo
Süzülme adını verdim bu aralar yaşadığım hayata. İşte havada süzülüyorum rüzgar nereye eserse oraya gider gibiyim. Güzel şeyler, kötü şeyler, nötr şeyler... Ver rüzgarı. Bir teneke sesi geliyor tın diye. Aman ya hepsi hepsi hayat nasıl olsa deyip geçiyorum. Eskiden kafayı yediğim şeyler aman bu muymuş ya düşüncesiyle önümde şimdi. Elde ettikçe daha fazlasını istiyor insan. Hep ileri daima ileri. Çok bencilce aslında. Sonu yok mu bunun? Sonunu düşünen kahraman olamaz mı gerçekten?
Yalnızlığın çok iyi bir öğretmen olması gariptir. Yalnızlığını gidermek için kendini geliştirme yoluna gidersin. Kendini geliştirirsin ki yalnız olmama şansını arttırırsın. Etkileşim şansın artar. İşte yalnızlık sürecin en çok şey öğrendiğin süreçtir. Dikkatin tek yöndedir. Bahsettiğim yalnızlık topluluktan ayrılmanın genel adıdır. Eşinin olmaması, benzerlerinden ayrı durmak... Tasavvuftaki irade terbiye yöntemleri gibi. Aslında hepsi tanrıya ulaşmak, aslında hepsi gerçeği aramak. Aslında hepsi kızlardan oluşan bir müzik grubu.
Son olarak İsmail Abi'ye bir şeyler yazmak istiyorum. Leyla ile Mecnun'a taktım bu günlerde. Ne güzel bir karaktersin sen İsmail Abi. Sadece kalbiyle düşünebilir mi ki insan? Bu kadar kötülüksüz olabilir mi ki? İşte acıyla, yaşanılanla olmuş, yanmış, saflaşmış hatta aklını yitirmiş olduğu şeyi ancak delilik kavramına sığdırabilmiş. Gerçekte böyle bir insan var mıdır bilmiyorum ama benim abim, benim dostum olsun isterdim.
Yazıyı küçükken öğrendiğim bir tavuk tekerlemesiyle bitiriyorum. Gıt gıt gıdak, yumurtam sıcak, inanmazsan gel de bak. inanmazsan küserim yanağından öperim. Bu ne saykodelik bir çocuk kafasıdır arkadaş. Severim tavuğu, proteindir.
22 Mayıs 2013 Çarşamba
Sheakespeare'e Yazı
Vay be yine bir ders aldım. Çözeltimde enayilik oranım arttı. Sadece intikam istiyorum.
"Var olmak ya da olmamak, mesele bu.
Gözü dönmüş talihin sapına, oklarına,
İçin için katlanmak mı daha soylu,
Yoksa, bir dertler denizine karşı silaha sarılıp
Son vermek mi onlara? ölmek,uyumak...
Hepsi bu...ve bir uykuyla
Yürek sızısına ve bedeni bekleyen
Binlerce darbeye son verdik diyebilmek.
Hangi insan gönülden istemezdi bu bitişi?
Ölmek, uyumak... uyumak, belki rüya görmek.
Ha! iş burda. Çünkü o ölüm uykusunda,
Şu fani bedenden sıyrılıp çıktığımızda,
Göreceğimiz rüyalar bizi duraksatır ister istemez.
İşte felaketi onca uzun ömürlü kılan da bu
Kim katlanırdı yoksa zamanın kırbaçlarına, küfürlerine,
Zorbanın haksızlığına, kibirli adamın hakaretine?
Hor görülen aşkın acılarına, adaletin gecikmesine,
Devlet görevlisinin kendini bilmezliğine;
Sabırla bekleyen erdemli kişinin,
Değersiz insanlardan gördüğü muameleye,
İnsan yalın bir hançer darbesiyle hesabı kesebilecekken?
Kim katlanırdı, bu yorgun yaşamın yükü altında
Homurdanıp terlemeye,
Ölümden sonraki bir şeyin korkusu olmasaydı?
Sınırlarını bir geçenin bir daha dönmediği
O bilinmeyen ülkenin korkusu kafamızı karıştırıp
Bizleri, tanımadığımız dertlere koşup gitmektense
Başımızdakilere katlanmak zorunda bırakmasaydı?
İşte bunları düşündükçe
Ödlek olup çıkıyoruz hepimiz,
Ve işte böyle kararlılığın doğal rengi,
Endişenin soluk gölgesiyle bozuluyor;
Bulutları hedef alan büyük ve iddialı atılımlar
Bu yüzden yörüngesinden sapıyor
Ve bir girişim olmaktan çıkıyor adları.
Hey, o da kim? Güzel Ophelia!...
Peri kızı, dualarında benim günahlarımı da unutma."
Oha le Danimarka Kralı olsan da kaçış yok le bu gerizekalı insanlardan. Elinde kuru kafa o meşhur repliğe başlar. Herkes bilir olmak ya da olmamak zart zurt şekspir der. Kendi çapında pirdir.Kendisi Şeksi bir abidir. Aşıkdır. İronman'ın manitasına yazar fİlminde. Yazardır çünkü yazar. Hakkıdır. Ama devamını kaçınız okudu ki? Hadi hadi çakallar sizi kimse merak bile etmedi. Pişt bu arada Ophelia nerdesin uleyn? ''Hamle et'' dürzü!
Yaşasın kırık olmak. Yine kimsenin anlamayacağı bir şeyler yazdım. Şizofreni belirtileri var bende. Kendi kendine konuşana deli derler akıllım diyen gıcık bir mahalle arkadaşınız oldu mu küçükken? Sakızı sündüre sündüre çiğneyen, çatal sesli, cin bakışlı bir kız? Tahteravalliye bindiniz mi beraber? Yere vurdurup dibini zıplattınız mı hiç? Tek derdimin bir bilgisayar oyunu Cd si olduğu zamanlar vardı benim. Havalar da iyice sıcak oldu. Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen....
Hamlet mi Macbeth mi? Shakespeare Abi neyi yediremedin kendine. Neyi hazmedemedin? Kimler sıktı canını? WİLLİAM Abi gel senle soda içelim. Hazmederiz belki. Olmazsa iki dertleşiriz. Sizin oralarda Ale falan var da sen salla gel rakı içelim. Muhabbeti en güzel olan rakıdır. Pardon ayran diyecektim de. Aslan sütünden inek sütüne düşünce bazen hazmetmesi zor oluyor. Haa bu arada var mı şöyle iyi bir kız Brijit, Sofi, Emma falan iki takılalım gelsin onlarda.... Emme Emma olmasın ya... Çağrışıp kapatayım. Emma Watson, Robert Patinson, Hadi bitti son....
18 Mayıs 2013 Cumartesi
Kırmızı Tuborh Yazısı
Saat baya bi işte cumartesi akşamı... Yutubdan Duman adlı arkadaşların helal olsun adlı parçasını açtım. Dıdıdıd dı dıtdırıdı dıııııt dıııt melodisiyle helal olsun aşk olsun ellerimde kan var falan takılıyorum. Bazen insan yalnız hisseder ya, gün batımında bir deniz kıyısına rastlarsın. Güzel bir esinti içini açar. Gökteki kızıl renk tonunun gittikçe mavi ve siyah oluşunu izlerken gördüğün dünyanın parçaları sana her zaman göründüğünden farklı görünür. Sudaki ilk pırıltılar, ışıkları en güçlü yıldızların akşama ilk göz kırpışları ve her zaman oralarda olan birbirine sarılmış ya da el ele tutuşmuş mutlu çiftler. İyisi mi ben gidip 2-3 tane kırmızı tuborh alayım da bi bakayım nasıl oluyormuş dersin. Valla ilginç oluyormuş. Searching for the perfect beautycilerden kim kaldı ki? Aslında gerçeği arıyoruz da gerçek ya gerçekten gerçek değilse?
Yine bir deniz kıyısında tanışmıştım onunla. Başka yalnızların, yalnızlığına beraber çare ararken kendi yalnızlığımızı fark ettik. Sende öyle benim gibi boşlukta salınan bir ruhsun, Beraber takılalım demiştik aynı anda. Hepsi yalan olanlardan değildi bizimkisi. En azından bir kısmı gerçekti. O kısım yeterdi belki de sonsuza yetişmeye. Bitmeyen açlığı tatmine. Zaman içinden sıyrılabilirsen canını sıkmaz. Zamandan kaçmak istediğin zamanlar olduysa işte o zaman bir şeylere değmiştir. Gerçek belki de senin gerçek dediğin şeyden başkası değildir. Deliliğe vurmak ne güzeldir. Deli olmak ne güzeldir. Aşık olmak ne güzeldir.
Şimdilik yenilmez bir düzen içine hapis oldum azizim. Para, para, para demişti Napolyon denilen Frank bilader. Peki hayatın anlamı nedir Benjamin? Neden para istersin? Peki neden parayla sahip olabileceğin şeyleri istersin? Para sadece parayla alamayacağın şeylerin yolunu yapar. Olasılık havuzunda sana daha fazla ihtimal puanı verir. İşte hayatın anlamı o parayla alamayacağın şeylerde gizlidir. Haha hayatın anlamını bulsam da kimseyle paylaşmam, çünkü benim hayatım. Aramaya devam edelim Benjamin.
Eskiden bir reklam vardı. Çişimi ediyom çişimi ediyom popom hep kuru kalıyor diye. Onu denedim. Hakkaten popo hep kuru kalıyor. Ön taraf ıslanıyor batıyor. Bir koku, bir ıslaklık hissi rezalet hiç sormayın. Direk attım şort,pantolon, don ne varsa. Yani asından hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Şeytan ayrıntılarda gizlidir. Hatta yüzsüz bir şeytansa gizlenmez bile. Pişkin pişkin sırıtır. Çekirdek uzatır al abi çitleyelim diye. Kendi şeytanlarımla barışmaya, uzlaşmaya çalışıyorum bu günlerde. Onlar gibi dolambaçlı yollardan kendime uygun zeminler hazırlıyorum. Şeytanı, şeytanlıkla kandırsak biz de şeytan mı oluruz? Şeytan da aslında bir melektir. Bir meleğe şeytanlık yaparsak ve aslında bizi kıskandığı için şeytan olan bu meleğe haksızlık mı yapmış oluruz. Kıskandığın şeye bak ya bilader senden beter olduk. Dan Brown geldi aklıma hayırdır inşallah....
16 Mayıs 2013 Perşembe
Absürd Görecelilik
Long time no see ve aleyküm selam. Yani uzun zamandır deniz yok hoşgeldin kanka yazdım ingilizcesinden. Hayat tüm adrenalinliğiyle devam ediyor. Bir gün banci camping diğer gün paraşütle atlama ve ertesi gün de kaya tırmanışı yapıyorum sanki. Yok ya aynı işte işe git gel yat kalk yine işe git gel. Buraya ne yazarım ki leyn diye düşünürken yine her zaman olduğu gibi bir şeyler sallarım diyerek akışına bırakıyorum. Son geyiklerden bahsedeyim bari.
İmana getiren origami. Bu nedir yav?.Origami japonlara ait. Adam kağıdı bi garip katlıyor en sonunda haç ve hell çıkartıyor. Bi de hil diyor gidin bakın diyor gogleye diyor. Japon büyükelçisi tehdit etmiş.'' Biz kayanın hayvanın ruhuna inanıyoruz onları bile peçete kağıtla falan özdeşleştiremedik hayırdır bilader?'' diye dilekçe yazmış. Bizim insanımız gerçekten çok boş kalıyor canları sıkılıyor galiba. Ben de kağıdı alıp katladım katladım bi kestim biçtim origami yapayım diye. Ofisteki temizlikçi abla süpürgeyle kovaladı her yeri kağıt pislik yaptın diye ufak ufak. Tam da bir şeyler yapmaya başlamıştım. Sonra abladan özür dilemek için lise kafası kağıttan gül yaptım bi posta daha dayak yedim. Origami bana göre değilmiş. Pardon ben imana gelmiştim kendisi burada mı? Hmm öyle mi ben sonra gelirim o zaman....
Bi de fenerli bikaç taraftarın cinconlulara muz gösterme olayı var. Al sok diye muzla bağırıyon maçta sonra tespit edilip sıkışınca yok ben şaka yaptım yok midem rahatsız falan. Muzla şaka olmaz. Şekil itibariyle rahatsız edici gücendirici bir meyvedir. Hem de öyle uzatılır mı al sok der gibi . AA çok ayıp. Muz gösterdiğin adam da Drogba ha. Abim Afrikanın bağrından irice bir abimiz. Esas o muz gösterirse halimiz harap olur. O şoku atlatamayız. Komplekse girip ölenler mi dersiniz. Yalandan korkmam da hakkat o kara yılandan korktuğum kadar diyip kaçışanlar mı dersiniz. Bence o taraftarlar muz orta aç diye kopya vermek için getirmişler o muzları. Sakın yanlış anlama Drogba Abi.
Leyla ile Mecnun izliyorum bu aralar. Hep isteyip de başlayamadığım bir diziydi. Dizinin kafası benim kafaya benziyor. Takılmaca, çağrışmaca, eğlenmeli gülmeli şakalar fıkralar. Leyla harbi taş, Leyla the Band olarak müzik olayına da girdiler. Saygılar sevgiler. İlk 40- 50 bölüm daha iyi diyorlar da bakacağız. Diziyi izlerken kendi hayatımda nasıl takıldığım aklıma geldi de. Le ben de hakkaten absürd komedi yaşıyorum ha. Aman salla ya eğleniyorum işte. Post rakı yeni rakı sevdiğim kadar severim. Hayatın bana karşı tutumunu evli bir çift üzerinden size açıklayacağım. Kadın kocasına kızıyor arkasını dönüp yatıyor. Adam da diyor ki nereni dönersen dön bir delik bana bakıyor. NABERRRR! diyor. İşte o yüzden kaçış yok. O zaman deliliğe vurup eğleneyim ne zararım var ki kimseye. Mendil satan dilenci ablaya çıkarıp ıslak mendil vermek gibisin sen hayatımda bir o kadar şaşırtıcı ve bir o kadar da saçmalıkla yaratıcı diyen, gülmekten hoşlanan uygun adaylar cvlerini bana yollasın valla babam evlendirecek galiba beni bi garip işler dönüyor. Kaçırırsan sümkürürsün....
Bütün bu zırvaların içinde insanlar ölüyor. İşler karışıyor. Kim ne halt ediyor? Suriye olayı nedir? Savaş ne için ve kimin için? Biz kimlerin cennetinde yaşarken kimler bizi cehennemde görüyor? Görecelerin içinden canım koşarak koşarak gel bana gel.. Dağlar kızı Reyhan. Ne oldu şimdi? Allah rahmet eylesin. Acil şifalar versin...
22 Nisan 2013 Pazartesi
Deniz Anası Şeffaflığı
Peter Pan'ı bulun bana. Kayıp çocukları bulun. Ama bizim bildiğimiz kayıp çocukları değil. Tiner koklamayan, eli yüzü motor yağı olmayan, okula gidemeyen ya da zorla evlendirilip daha çocukken çocukluğu biten kayıp çocukları değil; kitaptaki adada yaşayan, peri tozuyla uçan ana babalarını özleyen veletleri bulun. Hep çocuk kalmanın sırrını sormam lazım. Hayatın ağırlığını üstüne almamayı öğretsinler. Hafifliği bulmam lazım. Belki de uçabilmelerinin nedeni böyle hafif olmalarıdır. Belki de özkütleleri çok azdır. Belki sadece uçmanın imkansızlığına inandırılmamışlardır. Bize hayat hep yamuk yaptı gardaş. Peri tuzu diye kaya tuzu döktü en acısından turşumuzu kurdu. Bir de Alman Kurdu. Sonunda saçma bir cümle kurdu ve terk eyledi bu paragrafı....23 Nisan hakikaten güzel bayramsın ve güzel fikirsin. Hepimiz bir aralar çocuktuk. Bunu hatırlatman yeter. Sağolasın Sarı Saçlı, Mavi Gözlü....
Grup Vitamin'i bilmeyen yoktur heralde. Zeytin gözlüm san meylim nedendir? Ananemin sevgilisi dedemdir diye şarkı sözü mü olur arkadaş. Grup Vitamin adına ustalara saygı kuşağı yapacağım evde. En yakındaki ustaları toplayacağım. Kaportacı, asansörcü, kebapçı... Hepsinin ellerinden öpeceğim ve ardarda 35 tane Grup Vitamin şarkısı dinleyeceğiz. Nasılsın usta? İyidir usta? İşler nasıl usta? Usta ne diyorsun bu hususta? Geceyi de ustaca bir hareket yaparak ve kafası bulanmış ustaların yanından çaktırmadan sıvışarak tamamlayacağım. Çünkü bunun üstüne yakalarlarsa muhtemelen sahiden bana çakarlar. Tokat, döner bıçağı, english key (İngiliz anahtarı) falan girişirler. Çünkü Usta adamlar girişimci olur. Canım o kadar sıkılıyor yani. Kaşınıyorum resmen. Dilekçe bile verdim kaşınıyorum diye muhtara . Resmi oldu yani resmen. Hele sırtın ulaşılmayan yerleri var ya. Odun kestirdim 40 cm. Tatlı tatlı kaşıyorum.
Ölmeden önce yapmak istediğim 10 şeyin listesini yapıp uygulamaya başlayacağım sanırım. Çok fena bir film klişesi olduğunun farkındayım ama iyi bir fikir gibi geliyor. İnsana amaç veriyor. The Bucket List, yani Morgan Freeman ve Jack Nicholson'ın filminin konusu. İzlenir ki bu. Yani adamlar yeter. Konu da güzel mesajlı. Adamlar diyor ki işi- gücü, dersi, aşkı falan bir bırakın da gerçekten kendiniz için bir şeyler yapın. Hayata bir kez geliyorsunuz. Şimdi seçim sizin. filmde basit bir oyuncu olup oynayıp gitmek de var, yöneten olup filmi yönetmek de. Kendi 10 şeyim içinden bir kaç örnek vereyim. İnsanlığa faydalı ve vazgeçilmez bir şey icat edip çok absürd bir isim koymak. (zortnik, piçartik, mümeyüş falan)Tekrar aşık olmak ve aşık olduğum kızla aşık olmaya mı yoksa ona mı aşık olduğumun tartışmasını yapmak. İnsanların sadece yüzde birinin anlayacağı ve seveceği bir kitap yazmak ve son örnek olarak da ölümsüzlüğü bulup sonunda yine de ölmek. Ufuk olum çok açıldın dön sahile artık!diye bağırdı annesi... Parlak güneşin ışıkları gözlerini kamaştırıyordu. Deniz anası şeffaftı. İnsanların hiç olamayacağı kadar şeffaf.
15 Nisan 2013 Pazartesi
Umutsuzsanız Unut gitsiniz...
Yine bir Konyaaltı klasiği yaşadım. Balkondan leğenle su döken ev hanımı 50 adet teyze düşünün. Bunu da 50 ile çarpın. İşte o kadar yağmur yağdı. Bir de bu teyzelerin buzdolabından buz kalıplarını alıp leğene doldurduklarını düşünün. O kadar da dolu yağdı. Metrekareye 75 kilogram yağmur düşmüş. Oh oh barajlar da doluyor diyen dedeleri duyar gibiyim. Tabi onlar kuru evlerinde kuru ciltlerini ovuştutrarak sakarinli çaylarını yudumlarken ben sokakta kulaç atıyordum. Arabaya vardım. Ama macera bitmedi. Arabanın kulaç atışlarını izlerken zorlukla ofise vardım. Kendimi sanki canlı yayında Tolga Abi ile Hugo oynuyormuş ve son anda 6 ya basıp uçurumun yanna yapılmış platforma zıplayıp kayadan kaçmış gibi hissettim. Uçurumun yanına neden platform yapmışlar? Cadı Sila içten içe Hugo'ya aşık ve gelmesini mi arzuluyor? Cadı Sila'nın Şarkıcı Sıla ile ilgisi var mı? Bir büyük şehirde kent merkezinde ve ana caddede su seviyesi ne kadar yükselebilir? Yanımda şerit metre olduğu halde boğulma tehlikesi yüzünden düşündüğüm ölçümü yapamadım. Ama su arabanın yan aynasına yakın bir yerdeydi. Siz düşünün. Üstelik araba dediğimde kendi çapında yüksek bir arazi taşıtı. SUV dediklerinden. Açılımı Suburban Utility Vehicle ya da bazı arkadaşların uydurmacasıyla sport utility vehicle. Taşra aracı mı yoksa spor araç mı? Bizim jip dediğimiz şeylere dağa bayıra uygunluklarından dolayı taşra aracı denmesi daha uygun sanırım. Bunu da kafamda çözdükten sonra bir paradoksu daha çözmenin verdiği keyifle sıradakiiii! diyorum.
Bu sefer hakikaten spora başladım sanırım. 2 Gün üst üste programa uydum. Ağrıyan ve hamlamış kaslarımı acılar içinde yine çalıştırdım. Aptalca bir huzur, mutluluk ve yorgunluk laktik asit ağrısının yerini kapladı. Yarın sabah kalktığımda sövecen bir tavır aldırmaz umarım. İnsan vücudu çok süper bir mekanizma. Tembelliğe de çalışmaya da hemen alışabiliyor. Tabi tembelliğe daha kolay alışıyor ama bu çok doğal. Sonuçta enerjiyi korumak için yaratılmış bir kabuk. Enerji dönüşümü yaparken verimi yüksek tutmaya çalışıyor. Kaplanın gözü mp3 olarak 9-10 kere tekrarladı. İnip çıkacak merdiven, dövecek inek butu ve koşacak loş sokak kavramlarını kullanmasam da Spor konusunda tek örnek aldığım insan Raki Balboa'dır. Biz onunla büyüdük. Vietnamlara gittik. Rus helikopterlerini okla vurarak düşürdük. Hatta kendimizi derin dondurucuda dondurup 60 yıl sonra ketılda ısıtılan suyu buz kalıbına boşaltmak suretiyle açtırıp vampir avcısı bileyd ile savaştık. İtalyan aygırı falan ama özünde adamdır Raki Balboa. Üstattır. Eskiden onun abisi vardı Ali Rıza Balboa diye süper şarkıları vardı. Yarınlarda yarınlarda seni sevmek var Raki abi. Yarınlar bizim. Bi 70'lik rakı kap gel Raki abi. Rocky masası muhabbet sırası belli. İşler- güçlerden gireriz. Memleketin hali ne olacakla devam eder, karı kız muhabbeti ve gönül mevzularıyla olayı bitiririz. Ağlarsam iki tane aparkat vurur kendime getirirsin . Aparkat derken lütfen abartmadan kat. Abarkat olursa kendime gelmek bir yana ben benden giderim bana küser bir daha gelmeyebilirim.
Bugünlerde bunalımdayım sanırım. Kalabalık bir otobüste, virajlı bir yolda ayaktayım ve tutunacak yer bile bulamıyorum. Üstelik karşımda güzel bir kız falan da yok düşünce sarılacağım. Baya getto otobüsü. Sanayide çalışan abiler, Başörtülü kilolu teyzeler falan var. Yani metaforla anlatmak istediğim hayata tutunacak bir şeyler arıyorum. Sevdiğim bir arkadaşım güzel sorularla bu konulara parmak bastı. Doğru ve haklı. Yabancılaşma paradoksu koydum bunun adını. İçinde bulunduğun yere ait hissetmemek. Farkındalığın mutsuzluğu. Belki de olmuş olmanın umutsuzluğu. ''büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. kanadı yok umutsuzluğun, akşam vakti deniz kıyısında bir taraçada, toplanmış bir sofrada kalayım demiyor. umutsuzluk bu, o bir sürü olayların dönüşü değil bu, tıpkı akşam karanlığında bir karıktan öbürüne giden tohumlar gibi. bir taşın üstündeki yosun ya da su bardağı değil o. kardan elenmiş bir gemi o, ya da düşen kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanlarının en küçük bir kalınlığı yok. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. başa takılan süslerle çevrilmiş küçük bir şey o. umutsuzluk o. kopçası bulunamayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir şey işte umutsuzluk. gerisinden, ondan hiç söz etmeyelim. başlamışsak bitiremeyiz umutsuzluğu. saat dört sularında avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından umutsuzlanırım. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. yüreği yoktur umutsuzluğun, el umutsuzlukta hep soluk soluğa kalır, umutsuzlukta kalır öyle aynalar, bize asla ölüp ölmediklerini söyleyemezler. beni büyüleyen umutsuzluğu gördüm ben. yıldızların türkü söyledikleri vakit gökyüzünde uçan bu mavi sineği seviyorum. şaşılacak, o uzun dolu tanelerine benzeyen umutsuzluğu, o kendini beğenmiş o öfke küpü umutsuzluğu büyük çizgileriyle tanıyorum. her gün herkesler gibi kalkıyorum, kollarımı çiçekli bir kâğıda uzatıyorum, hiçbir şeycikler hatırlamıyorum, ama hep umutsuzluğun yardımıyla o geceden koparılmış güzelim ağaçları görüyorum. odanın havası davul tokmakları gibi güzel. zaman içinde zaman bu. büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. bana bir sırık uzatan perdenin rüzgârı gibi o. böylesi bir umutsuzluk akla gelir mi! yangın var! ah yine geliyorlar... imdat! işte merdivenlere düştüler... ve o gazete ilanları, o kanal boyunca ışıklı reklamlar. kum yığını, git, pis kum yığını! büyük çizgileriyle önemli değil umutsuzluk. bir orman yapmaya giden angarya ağaçlar, bir gün daha yapmaya giden bir yıldız angaryası, ömrümü uzatan bir angarya günleri daha.'' Olmak demiş Andre Breton, Güzel de demiş. Kendisi Gerçek-üstü bir insandır benim görüşümce zaten. Mutluluğu gerçeğin ötesinde mi aramak gerekli acaba? Yoksa mutluluk gerçek değil mi? Ya da gerçek mutluluk benim henüz bilmediğim bir yerlerde mi? Benim hala umudum var Mazhar Abi. Eyvallah....
10 Nisan 2013 Çarşamba
Kötü Yazı
Rüyamda Çarli'nin çukulata fabrikasına gittim. Orada bir umpa lumpa ile tanıştım. Adı Cevat'tı. Aslında bütün soru soranlara bir Cevat idi. Nüfus memuru cevap yazacağına cevat yazmış. Günlerden sıradan aylardan döngüsel ve saat olarak uykum var uleyndeyiz. İş ve güç . May the force be with you! Sabah işe gitmek istemedim. Monotonluk sıkması geyiği. Stress var mı? Yok. İş mi çok? Yok. Sadece sıkılma. Öğleden sonrası ise hayatsal upgrade planları kafamda uçuşmaya başladı. İşte o zaman anladım ki sıkılma normal. Harekete geç uleyn sıkılması gelmiş. Bir şeyler daha yap. Öğren, geliş, evolve... Para kazan, bilgini çoğalt, hap yap para kap.... Acaip kapitalist oldu. Peh kim kaldı eski nihilistlerden. İşte de sıkılıp espri yapmaya başladım. Millet gülüyor ha. Az sıksam komedyen olurum. Acun benim de elimden tutar mı ki. Başarısız atalay atalay atlayanlar çok mu cazip? Survivor adasına gitsem bir kaç kilo versem millet beni sever mi ki? Çay içiyorum tadı kötü olmuş yoksa mutfakta imam mı var? Sorular sorular....
Bir kaç gündür dönen geyik de şu... Abi bak evlen çocuk yap. Yaş fazla olunca uğraşamazsın. Le ben ne uğraşayım ki. Benim çocuğum da benim gibi çatlak olur. Yuvarlanır yolunu bulur. Bir de unuttukları bir şey var. Evlenip çocuk yapmak için bir kız lazım uleyn. Evli barklı adam İron Maiden konserine gider mi? Bırakın az daha eğleneyim. Yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz yatcaz kalkcaz hop ordayım. Facebook da adının önüne TC yazma modası başladı. Hepimiz kurumuz aslında çok doğru bir uygulama. Her birey bir maldır ve bu malı pazarlar. Devlete ait olmak tercih meselesi olabilir mi? Kendimizi özelleştirebilir miyiz? Ben şahsen kendimi yabancı sermayeye satabilirim. Ruslara olabilir mesela. Olga'ya, İrina'ya falan. Arz talep olursa daha iyi olur. İşin içine para girince daha farklı oluyor tabii ki. Belki de kendimi satın alabilirim. Devlete para ödesem beni bana satar mı ki? İnsan kendi kendinin pezofenkidir zaten. Kendini iyi pazarlayan adamlar pazar günleri rahat eder.
Bazen bir karavanım olsun istiyorum.Kafama göre istediğim yere çekeyim. Yatayım kalkayım takılayım. Herkese bazen gelir bu his. Trafikte bir karavan görürüz ve kaçma hissimiz tetiklenir. Aslında ben de kaçmak istiyorum. Bu saçma yerden gitsem ne güzel olur. Aitlik hissi uyandıracak bir şeyler arıyorum. Monotonluk üstümde megatonluk basınçlar yaratıyor. Radiohead kafaları geldi yine I am a creep... Şaka şaka ya emoluğa gerek yok. Elektrik mühendisleri odasının kısaltması emo. Düşünsenize koyu giyimli makyajlı abiler saçlar yanlara taranmış, elektrik projeleri üstüne çalışıyorlar. Arkada Tokio Hotel, My Chemical Romance çalıyor. Sıkılınca ağlıyorlar. Lnt olsn svglim terch etti. Bu hayat bana iyi davranmıyor. Ben bi isyan edip üzüleyim. Cık cık cık....
Ne güzel şeysin nargile için fokur
dışın püfür püfür. Keyif veren unsurlardan. Bir de kafa açıcı etkisi var sanırım. Sigara da kullanmadığım için mass effect yapıyor bünyede. Bir garip adabı var. Marpuç elden ele verilmez. Yanında sade Türk Kahvesi içilir. Ağır muhabbetler edilir. Közünden başka tütün yakılması içene hakarettir. Ağır muhabbet demişken bunu yapmadan edemeyeceğim. Ağır muhabbet: Şu vinç var ya 45 ton, kamyon 20 ton taşıyor, 100 grosstonluk tankere bindim vs. Yazıyı vasat buldum bari kızlarla iki muhabbet edin de sıkılmayın.
3 Nisan 2013 Çarşamba
THE Klasik
Klasik ne yazık ki klasik. İnsanın temel savunma mekanizmalarından birisi üstelik de tek kelime olarak karşılığı olmayan bir şeyler var. Aslında parçaların bütünü oluşturduğunu unutmak ve önemsememek, Sıkışınca tüm parçaların tam güçle bütünü korumasını beklemek. Çuvallama başlayınca ise kusurları yine parçalarda bulmak ve bahanelemek. Evet kısaca bu özelliğe bahanelemek ismini koyuyorum. Koydum gitti.
Mozart ve Beethoven kadar klasik. Moonlight Sonata kadar kulak aşinalığımızı okşayan. Für Elise gibi okul zilimiz olup bilinç altımızı kaşıyan. Sıkıştırana değil sıkışana da dönüp bakmak gerekir. Dışkılamak kelimesi bünyeden dışarıya bir şeyler atmak anlamına geliyorsa ve kabahatler de bünyeden dışarıya atılıyorsa aldığımız besinlerin sindirim işleminden geçtikten sonra kalan posasını atmamızla oldukça benzer bir durum oluşur. Kahtalı MIÇI da değerli bir abimizdir bu arada. Kimse bana erdemli olduğunu söylemesin çünkü kendini övmek erdemsizliktir. Sad but true.... Ne olursan ol and justice for all... Sollama beni sollarım seni... Sevene can feda sevmeyene elveda. Dışkıladık azıcık sanki...Arada lazım bağırsaklar da biraz nefes alsın.
Son günlerdeki yeni modamız denetleme modası. Selamün Aleyküm, biz geldik asansörü denetleyeceğiz. Ve Alüminyum Sülfat, Hoşgeldiniz. OO biz geldik iş sağlığı denetimi, aaa biz geldik çevre denetimi.... Böyle gider de gider. Hatta denetleyeni denetlemeye gelirler. Hoho genç bu kaç vitesli? Kaç yapıyor bu, iyi kaçıyor mu? Bu aradaki açıklık kaç santim olacak? Seninki kaç santim? Elektrik devreleri var ya süper ışıklı mışıklı.. İki müzik aç disko yapalım. Benimki arada aşağıya kaçıyor. Terlikle dövüp eve zor sokuyorum. Kayışlar var ya oo ne güzel uzun yağlı mı yağlı... Bunun üstündeki yağın numarasının karekökünün 3 ile çarpımından çıkan sonucu pi ile çarpıp fibonacci serisine sokup altın orana ulaş bana onu söyle. Bitti mi? Emin misin? Son kararın mı? Bi standartlara bak istersen. Yanlış yap be adam o kadar zorluyoruz işte. Diğerinden tepki gelir. Bizim köyde bi sör vardı. Kayışları atmış. Kasnakları eşekmiş. İşte sonra Nasrettin Hoca Göle mayayı çalmış. Arı Maya yalvarmış. Arıyım ben suda ölürüm demiş. Kokulu silgi firmasıyla yeni anlaştım elime 3-5 kuruş para geçti vereyim demiş. Hoca kabul etmiş. Etmemiş mi yoksa arkası yarın göreceğiz.... Akrepsiyasyon nedir arkadaşlar? Radyosyon gibim bişey Banyodan çıkınca sürüyoz losyondan hallice...
İnsanlar genelde saçını ikiye ayırır ama Ömer Çelakıl 5 e ayırır. Günün özlü sözü olarak bunu seçtim. Kur-an'a elektronik kilit yaptırdım şifreledim . Hadi çöz diye götürdüm. Öyle armut gibi kaldı adam. Yani işte olay sadece etiket kendini pazarlamak. Dünya ne yazık ki buna dönmüş. Herkes vip olmuş. Vip dediğim bimde satılan neskafe markasıdır benim için. Mamule adını veren var bağırma ortalıkta. Nescafe'nin de tadını biliriz Vip'in de... Bir alman atasözü der ki: werder bremen borissa dortmund bayern münih schalke 04... Yani kendini 4 gösteren 1, bremen mızıkaçılarında herkesi taşıyanın eşek olduğunu, eşek olmanın kulağa kötü gelse de horozum ulen diyip en üste çıkıp vızzık vızzık bağıran gereksiz bir mahlukat olduğu gerçeğine gözünü yumduğunu vurgular. Bu arada almancamın enginliğini ve altanlığını ve düzyatanlığını göstermiş oldum.
Aynı alkolü çok fazla kaçırıp zorla kusarak rahatlama sağlamaya benzediği için seviyorum böyle yazmayı. Keşke o kadar içmeseydim'deki yapılan hataya duyulan öfke. Harcanılan emeğe yazık'ın içilen ve kusulurken ziyan edilen alkolün değerine yazık 'a benzemesi. Sağladıklara rahatlama hissi. Adeta ikiz gibiler. Üstelik sarhoşluğa benzeyen bilinçsel bir keyif de mevcut. Farkındalık seviyesi düşük insanlara Gülhane Parkındalık ve ceviz ağacıyla ilgili bir şarkı önererek Hep böyle kalabildikleri için ve böylece Dünya'yı benim için bir gözlem ve oyun alanına dönüştürdükleri için teşekkür eder, oo bebeğim saat çok geç oldu gidiyorum diyerek gidiyorum.
27 Mart 2013 Çarşamba
GİRİŞ GELİŞME SONUÇ
Giriş, gelişme ve sonuç... Yıllardan benim için çok eski yıllar. Mevsimlerden sonbahar. Çocuğum daha. Kompozisyon kelimesi dünyama giriyor. Bir kompozisyon yazmanın temel kuralı giriş, gelişme ve sonuç yapmaktır diyor öğretmen. Kompose yabancı bir kelime olup düzenlemek, bir araya getirerek anlamlı bir bütün oluşturmak anlamına gelir ki şarkı bestelemek da composing olarak çevrilir. Her şey için geçerli bir üçlüdür bu arkadaşlar. Üçlü dediğimizde hakem üçlüsü, Mazhar-Fuat -Özkan, baba-oğul-kutsal ruh bir anda aklımıza geliyor. İlginç.... Doğmak, büyümek ve ölmek de bir üçlemedir. Allah'ın hakkı bile üçtür. Etiketlere takılmış insanoğlu kalıpların dışına bakabilseydi keşke. Bir köpeğe gökkuşağının renklerini anlattım. Üstüne de gidip bir eşekle hoşaf içtim. Bir kediye uzanamayacağı noktadan ciğer tuttum. Gülümsedi ve onaylarca başını sallayarak bana pis dedi. O bile klişeyi kullanma tarzıma sırıttı. Horoza da erken ötmesi için rüşvet teklif ettim fakat hayat sigortası yaptırmak istediğini söyledi. Almanya'nın şirin bir kentiydi o zaman BREMEN. Cinsiyetler bile üç tanedir. Dişi, erkek ve gay. Son cümleyi okuyup duraksamadıysanız devamını okumayın lütfen. Hep üçten konuştuk, biraz da beşten konuşalım derseniz bunu yapamam. Çünkü üçün beşin hesabını yapan birisi değilim. Lanet olsun dayanamadım. 3+5=9.(Demiştim yapamam) Etiketler her zaman olacaktır. Ama bazen etiketin üstünde yazana değil de nasıl bir kağıttan yapıldığına, yapışkanlı yüzeyinin ne kadar etkili olduğuna ve hatta bakabiliyorsak neyin üstüne yapıştırıldığına bakarsak güzel olur diye düşünüyorum.
Konfüçyus demiş ki: Zo fang hoi şuen muen. Yani mutlaka buna benzer bir şeyler söylemiştir. Adam Çinli sonuçta. Eskiden filozof falan olmak çok kolaymış. Fıçıya gir çıkma takıl orada. Başına gelene gölge etme güneşleniyorum diyojen. Garson gelince bir Büyük İskender istiyorum diyecen. Beceriksizim çirkinim deme de karı kızı tavlayamayınca idealar dünyası var ben orda harem kurdum EFLATUN tüller içinde kuş tüyü yataklarda sabahlar olmasın diye millete anlat kendini avut.İki gezegen gözlemle gazoz şişesinin alt camıyla Orada hayatın anlamını ara.Yıldızlara bakarken canın sıkılsın BRUNİ karıştır.Resimdeki de filozofum diyor.Bence gerçek filozof, filosu olan adamdır.Gemi, uçak, tır farketmez. Kendini filo işine adamış.Ekmeğini oradan kazanan adama saygı duyarım.Taşıyıcılık zor iştir.Bütün filmleri izledim.Taşıyıcı 1-2-3. Allah onlara kolaylık versin.
Bugünün yazısını kısa tutup Birkaç öneri de bulunacağım. Sabahları saat 7 de Metro Fm de Kadir Çöpdemir ve Pascal Nouma'nın ARA GAZ programı var. Dinlenir. 2007 Yapımı The Man From Earth ve 2009 Yapımı Mr. Nobody filmleri var. İzlenir. Dizi tavsiyem ise Banshee... True Blood'ı yapan arızalı Alann Ball abimiz bu sefer mafyalı, hırsızlı işlere girmiş. Machete kills, peçete wins... Astala vista amigolar. Ama vista tam bir fiyaskoydu 98 kullansan daha iyi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)