24 Şubat 2013 Pazar

Uzay Yolu Çaycısı



    ''Bir cisim yaklaşıyor kaptan'' dedim. Kaptan hiç istifini bozmadan sigarasından derin bir nefes aldı. ''Sıkıntı yok tayfa, ben onu biliyorum o golgi cisimciği, Endoplasmik retikulum da yoldadır sen çayı demle.'' dedi. Geminin mutfağına ışınlandım. O anda lisede ne kadar gereksiz şeyler öğrendiğimizi düşündüm. Hücrenin organelleri yerine kırılan kalbimizi nasıl onaracağımızı, aşk denen şeyin ne olduğunu, kızlara erkekleri erkeklere kızları anlatmış olsalardı çok faydalı olurdu. Çay suyunun istenilen sıcaklığa geldiğini bildiren lazer iyice kızarmıştı. Makineye Karadeniz dedim. İki fincan çay önümde demlendi. Birini kaptana ışınladım. Tavşan kanı çaya bakınca yine derinlere dalıp hüzünlendim. Kendimi kış mevsiminde ve soğuk bir deniz kıyısında hissettim. Siyah kaşe mont giymiş denizin iyice kenarına gidip uzaklara bakıyordum. Gerçi hologram odasında bunu daha gerçekçi şekilde yapabilirdim ama yeterince hüzünlüysen çay bardağının içine bakarak da başka alemlere gidebiliyorsun. Sonra denize doğru bağırdım. ''NEDEN?''...
    Neden? Üstelik cevabı olmayan nedenlerdendi bizimkisi. Her neden gibi sakin bir olumsuzluk sebebi arama kıyısında büyümüştü. Her mutsuz neden gibi isim olarak kullanılmamıştı. Soruydu işte. Cevapsız olması yoksunluğuyla her zaman eksik, her zaman buruk olmuştu. İçinde büyüdüğü insanın kendisi gibi birçok nedenleri vardı. Ama kendisi biraz farklıydı. Gerçekten can acıtıyordu. Hiç olmasaydı sahibi çok mutlu olabilirdi. Sahibi yine kalenderdi. Yalnızlığın ve yoksunluğun ne demek olduğunu gerçekten iyi bildiği için bu cevapsız nedeni bile sevebiliyordu. Kimse yalnız olmamalıydı.  Hak etmeyen kimsenin canı acımamalıydı. 
   Sevmek ise uzun zamandır yüzüne bakılmamış eski bir dosttu. Belki de bir daha görülmeyeceği düşünülen ama ilginç bir yerde ilginç bir şekilde karşısına çıkmıştı sevgiyi unutanın. Kalbin atışı hızlandığında şaşırmıştı unutkan. Sevginin yanında sevmeyi hatırladığı için de çok mutlu olmuştu. Ümitliydi. Gençti daha. Aralıktan sızan ışık içini ısıtıyordu. Ama kapı o anda kapandı. Yine karanlık. Evet sevmek buydu. Kapının açılacağı umudunun içindeydi aslında.  Kapının arkasında hiç olmamıştı ki. Karşılığı olmasa da oradaydı. 
   Suçluluk duygusu yaptırım gücü olan bir kraldı. Pişmanlık ve acımayla çevrili geniş toprakları vardı. Halkını bu duyguları kullanarak çeşitli şeyler yapmaya zorlardı. Karşılıksız aşklarda sevmeyenlerin yolu bu topraklara sık düşerdi. Kendilerini rahatlatmak için bu kraldan yardım isterlerdi. Kral içten içe bilirdi çabalarının anlamsız olduğunu. Ama kral kendisini yaratan iyi niyetsel pişmanlıktan dolayı bu dilekleri dinler ve mümkün olduğunca yerine getirirdi. Krallığını dilenciler doldurmuştu artık. Aşk dilenen zavallılar; Nedenlerin dostları, karanlıkta kalan sevgilerin yoldaşları...


Sonra diafondan kaptanın sesi geldi. ''şşşş! Tayfa bilader! Misafirler geldi. Çayları yolla.'' O anda daldığım delikten çıkıp silkelendim. ''Işşık hızında Vulkan kanı mübarek!'' diye bağırarak çayları ışınladım. Kesmeşeker   dedim sonra. Kesmeşeker'i unutmamak lazım. Zira hayatın tadı bazen acı olabiliyor. Canım biraz acı çekti herhalde. ''Kalbi kırıklar bankasında bekliyorum faizler insin diye.'' Zira kesmeşeker dediğimde geminin komputeri de bu şarkıyı çaldı... Hayat, Uzay Yolu'nda gemiyi ziyarete gelen hücre organellerine çay koymayı düşündürecek  kadar acımasız ahbap....

4 Şubat 2013 Pazartesi

Fikir Uçuşması Gama Saçılması


    Gut mornik Vietnam! diye yazı mı başlar be adam.... Ama başladı işte. Neşeliyim sanki. Bir yılbaşı akşamı eline ilk kez kendi boyu kadar tupleron çikolata verilmiş bir velet gibiyim. Bal, badem ve üçgen prizma kombinasyonu ağza girmeyecek kadar büyük neden yapılır? Çenem ağrımıştı resmen. Sonra tek tek kopararak yendiğini gördüğümde  ne kadar çocuk olduğumu anlamıştım. Viskiyle tanışmam da o gece olmuştu. Babaların kafalar güzel oldu mu erkek çocuk kaç yaşında olursa olsun alkollenir. Yamulan surata bakılarak eğlenilir. Viskiyi hala sevmem, ama bana tupleronu hatırlatır durur. 69 Watt enerjiyle çarpılmış gibi oldum o akşam. Anlayan reklamı anladı ama. Blogda sanal reklam uygulaması yapmaktayız. Sanal yani sana yağına ait.
    İnsanın kız arkadaşı onunla Morgan Freeman gibi konuşur mu arkadaş? Sorarım size.... ''İyi geceler evlat'', ''Hey dostum, sen yenisin değil mi?'', Morgan abiyi severim o ayrı konu Bizim kahveye gelirdi. O zamanlar sakallar falan siyahtı. Hapisten mi kaçmış ne?  Bir gün ben çok büyük adam olacağım falan derdi. Adam, Mandela'dan tut, tanrıya kadar hepsini oynadı ya... Neyse konuya dönelim. '' Lanet olsun ahbap'' cümlesini duyduğunda insanda kelebekler uçuşur mu arkadaş? Bilinçaltımdan vuruyor beni. Morgan Freeman 'ı görünce garip şeyler hissetmeye başladım. O değil de korkuyorum. Yaşlandı falan ama nihayetinde o bir siyahi vatandaş. Bilgeliğin Holywood şubesi olsa da zenciden korkarım arkadaş. Holywood nedir ayrıca? ''Kutsal odun''. Sübliminalle gelmeyin artık. Boncorno! Si! Sübliminalle göietto sallamaniati... Yani İtalyanca sallamak başkadır...
   Patatesin hikayesini bilir misiniz? Coğrafi keşiflere kadar Avrupa'da olmayan bir sebzeymiş. Taaa Amerikalardan getirmişler. O dönem olan büyük kıtlığı falan hep patates yenmiş. Şimdi en çok tüketilen besinlerden bir tanesi oluyor kendisi. Ama benzetmelerde de onu aşağılayıp duruyoruz. Çorap delinip parmak çıkınca delikten. Anaa patates çıkmış. Biri dayak yediğinde patates olmuş. Şişko domates yarım kilo patates konulu çocuk tekerlemesinde ( ki en acımazlardandır ) yardımcı sebze oyuncu olarak kullanıyoruz. İnsan sevdiğini yerden yere vururmuş diye bir laf var. Bence patates için söylenmiş. Ama bu lafta belirtilen yerden yere vurmak sanırım pozisyon zenginliğini ve tutkunun fazlalılığını belirtiyor. Bir de patates arkadaşın söylenişi sevimli olduğu için söylenince hoşa giden ''cücük'' adlı uzuvları oluşabilir. Kalkıp yürüyebileceğini düşündüğüm şekilde cücük geliştiren patatesler gördüm. Hatta kendi ata sporları olarak cücük geliştirme yapıyorlarmış. Cücük geliştirme salonları falan var. Protein tozu falan da kullanmıyorlar. Zira nişastayla karbonhidratla işi götürüyorlar. Profesyonel teinlere protein denebilir. Tein genelde pekmez ama pekerse açıkalın.



    Bir de bu serbest çağrışım olayına yine kız arkadaşımdan farklı bir isim geldi.  Fikir uçuşması. Ben de diyorum ki kavram kargaşası. Üstüne beyin ishali. İshal demişken. Filmlerde falan neden hep esas kız çaresiz bir hastalığa yakalanır? Arkadaş bir kere de dadısı çıksın oradan desin, 'küşük hanım fena ishal olmuş beyim. Heladan çıkamıyor. Siz gidin kokudan bayılmadan...'' Yok. İllaki verem, kanser, alzheimer'' Evim sensin nedir ya. Al güzelim Kore filmi '' A MOMENT TO REMEMBER'' 'ı bi güzel çal çırp Türk Milleti yesin. Olum biz Seul çocuğuyuz. Yemeyiz böyle hile hırsızlık. Orjinalini izleyin ya. Özcan Deniz'in oynadığı sahte dramadan ne olacak ki? pırrt diye ağzımdan ses yaptım o kadar kötü yani. Görmemişin kız arkadaşı olmuş. Göz muayenesine gitmiş. Görmüş.