23 Ocak 2013 Çarşamba

Sayko Delik Sallama Çay




    Mutfağa gidip ağrıyan boğazımın acısını az da olsa gidermek için çay yaptım. Tek içimlik bir şey istiyordum. O yüzden tezgahın arkasından bana bakan hayali olduğu kadar çakal tipli barmene baş parmağımı kaldırıp tek dedim. Ketıldaki sıcak suyu kupaya boşaltırken hayali barmen de  içkiyi karıştırdığı iki metal bardağın birbirine geçmesiyle oluşan şeykırını sallamaya başlamıştı. Neden yazında yabancı kelime kullanmıyorsun , Okunduğu gibi yazınca yazınca Türkçe mi oluyor dedi? Ters ters baktım. O da utanarak işine döndü. Çay poşetini ipinden tutup rastgele diyerek bardağın içine saldım. Barmen de bu sırada şeykırı açtı ve kupaya içkiyi doldurmaya başladı. Ketıldaki sıcak su kupaya doldukça çay poşetindeki çayın özü de difüzyonla suya yayılıyordu. Bu sahne çocukken sokakta oynarken yaralanıp eve döndüğüm günleri hatırlattı Kanayan yerimden banyonun küvetine akan kanlı su ve difüzyonun dansı.  O arada dalmış olacağım ki barmenin sorusuyla irkildim. ''Memleket nere? Kaça gidiyorsun?'' Şüphelendim. Saatime bakarmış gibi yaparak düşünmeye başladım. Sahil magandalarının gizli tekniklerini bilen biri barmen olamazdı. Göğsündeki sanatsal çalışılmış B harfi bile beni ikna edemiyordu Sonuçta barmendi. Süper kahramanlardan biriydi. Türkçe karakter kullandığım zaman bir süper kahramandı. Kelimeleri okunduğu gibi yazmamın sebebiydi. Çayımdan bir yudum alıp sert bir viski yudumlamışım gibi yüzümü ekşiterek pöeh diye bir nefes verdim. Poşet Karadeniz çayı oldukça güzeldi. Ağrıyan boğazımı saran sıcaklığı anne kucağı  veya baba ocağı gibiydi.  Barmen onaylar gibi başını sallayarak işine döndü. Lanet olsun ki senden ilgisini çektiğini göstermesinin universal barmen dilinde yolu olan başka tarafa bak ve bardağın içine bez sok kurula adlı gizli tekniği kullanıyordu. O anda onun sadece barmen olmadığını anladım. O klişeleşmiş şeyleri temsil eden yeni yıl ruhuydu. Hani şu zengin ama pişmanlık dolu ölecek amcayı korkutan hikayedeki hayaletlerdendi. Klişe istemiyorsun değil mi? diye sordu. Ona kocaman bir gülümsemeyle karşılık verdim. Papaz mıyım ki kilise isteyeyim?. ''Akıllıca ... Hayatta klişe istemiyorsan alternatif bulup gerçeği arayacaksın. dedi.'' Bazen kelimeler gerçekten şakacı olabiliyor dedim.

    Mutluyum ya. Adeta don ve sutyeni kafasına geçirmiş, ikizlere takke, hacılara mekke diye bağıran bir pazarcı kadar mutluyum. Üstelik aralık ayının sonları ve sattığım çamaşırlar kırmızı. Kendi kendimin kendi yolunu geçip kendimi arama aşamalarında aşama kaydedip muzaffer bir komutanın hislerine yakın bir hissiyatına ve tuvalete son anda yetiştikten sonra işini bitirip sifonu çeken bir kamilin rahatlamış maneviyatına eriştim.  Yağmur ormanlarında kayıp şehir aramaya gittim. Kayıp şehrin terkedilmiş olacağını düşünüyordum. Fakat orada ilginç bir kabileyle karşılaştım. Güzel prenseslerini bir süre sonra zararsız ve iyi niyetli olduğuma ikna ettim. Akla gelen nesneler. Yelkenli eski kadırgalar,  İspanyol tipi şövalye zırhları ve miğferleri, Adeta bir  Pocahontas kafası. Tuvalette ıkınan bir bünyenin post rock bir parçanın patlama noktasına odaklandığı anda elinde bir yandan okuduğu uykusuzu düşürürcesine hedefine ulaşması. Akan bir nehrin yanında meditasyon yapan  uzay kıyafetli bir astronot. Bilmem anlatabildim mi?



    Pargalı öldü. Herkesin başı sağolsun. Kendi çapında iyi çocuktu. Kanuni motorsiklet işine girince bu da hisselerini çekip rakip olmak istemiş . Bütün mesele bu. Çin malı motorlar yerli motor piyasasını öldürüyor. Türklerin başına hep aynı şey geliyor ya. Çinliler hep aynı oyunu oynuyor. Böl, parçala sonra teker teker hakla. Pargalı'nın da aklına girip ekibi zayıflattılar. Kanuni de bu oyuna geldi. Hunlar, Göktürkler hep aynı hikaye. Artık inanmayalım Çinlilere. Zaten tek çocuk politikasından dolayı yaşlanan nüfuslarına çare arıyorlarmış. Gürbüz Türk gençlerini Çin prenseslerinin üstüne salıp asimilasyona gidelim. Bu kadar yalnız ve bekar bu ülkede asılamasyon yapıcağına asimilasyonla joy of painting yaşasın. Ah burada da yaramaz bir çalı varmış. Ağdacı açalım en iyisi....

18 Ocak 2013 Cuma

Anası alkol de babası kim bu kötülük veledin?





    İnsan bazen çaydanlıkta kaynayan su gibi durumlarla karşılaşabiliyor. Suyun ısınmasıyla hafiften bir tıslama sesi başlar. Çaydanlığın genleşmesinden kaynaklanan ilginç frekansı farklı seslerle yavaşça karışarak artar bu tıslama sesi. Bir süre geçtikten sonra kaynamanın ilk belirtileri görülür. Dipten yükselen küçük baloncuklar önce yavaş yavaş sonra hızlanarak yüzeye doğru hareket eder. Bir süre sonra bu afacanların dansı o kadar hızlanır ki ortamda göz gözü görmez olur. Buhar kendini göstermiştir. Tıslama sesi artık fokurdamaya ve dengesiz bir ocak ve çaydanlık ilişkisinde tıkırdamaya bile dönüşür. Artık beni al der mutfaktaki  imama. İmam o suyu abdest almak için koyduysa ve aniden misafir gelirse o çayın tadını siz düşünün. Hayat genellikle böyledir.  Abdest suyu olup imamların apış aralarını yıkamayı beklerken, tadı kötü de olsa en azından çay olup yani bir nimet olup ağızları tatlandırıp içleri ısıtabilirsiniz. Mutlak su çevriminde ben çay oldum, sonra çiş oldum. Kendime bir şeyler kattım demenin gururu da bambaşkadır. Bugün biraz mutlu oldum. Sonunda kaynadım. Abdest suyu üstüne misafir geldi.

    Egolar egolar... İnsan kendini düşünürken başkalarını düşünürmüş gibi davranıp yine basit egolarından dolayı ( karşıdakilerin kendileri kadar zeki olmadığını düşünüp bunu anlamayacaklarına güvenmek) bu insanlar üstündeki çıkarsal parazitliklerini sonsuza kadar sürdüreceklerini sanırlar. Bu bir oyundur aslında. Fakat  oyunu kiminle oynadığına dikkat etmelisin. Çuvalladıklarında atacakları bir sonraki adım zeytinyağı gibi üste çıkmak olacaktır. Ama ben ona böyle yardım ettim, şöyle ettim. O bir hain vs vs. Hayatın gerçeğine hoş geldiniz. Herkes en çok kendini düşünür. Herkes kendi bacağından asılacağını bilir. İstisnalar vardır. Kimilerinin sadece cesaretleri yoktur. Kimileri ise bile bile duygusal nedenlerden dolayı katlanır. Sınırlar zorlandığında gerçek tablolar ortaya çıkar. Ve işte esas konu da budur: ÇIKAR! Hadi bebeğim üstünü çıkar.  İmam dayının hazırda sıcak suyu da var. Sıran geçti sıra benim.

    Bir arkadaşım son günlerde Ankara Havalarıyla kafayı bozmuş durumda. Sabah, akşam, uyurken,yerken, içerken ve hatta s... arken sürekli bunların yayınını yapan hatta dj leri bile bu şiveyle konuşan bir radyo istasyonu dinliyor. Şarkı sözleri muhteşem yaratıcı tarzları adeta etnik bir Punk türüne benziyor. Oğlum sana Bihter'i' alayım mı? İstemem babacım istemem. Onun adı Bihter, amcaoğlu bekler, istemem. Reyting alan dizilerle bile dalga geçen süper abiler. Elvan Dalton, Namık vs. Onlar gibi yüzlercesi var. Her birinin lakapları falan çok yaratıcı. Üstelik kültürleri de çok iç açıcı. Mini etek dar bluz ve kalça sallama üstüne doktora yapmış ablalar eşliğinde sanat icra ediyorlar. Bu ablalara sakın aldanmayın ha. Su, meyve suyu falan içiyorlar. Onlara alkolle eşlik etme gafletinde bulunan abiler evi arabayı o masada bıraktıkları gibi üstüne de kdv olarak bir posta dayak yiyerek '' Hadi goççum. Dar geldi sana Angara, Şaziye de gaçmış Osman'a'' adlı şarkı eşliğinde tezek çuvalı gibi kapıdan atılıyorlar.  Sonra pavyonun kapısından çıkanların aman poha basma adlı oyunu oynayarak yandan yandan ve parmak uçlarında geçmeleri de görülmeye değer bir manzara.




  İçki kötülüklerin anasıdır. Söze bak çay demle. Alkol yoksa mecburen çay içeceğiz çünkü. Peki kötülüklerin babası kimdir? Hiç merak ettiniz mi? Lanet olsun ben ettim.Kendime adaylar belirledim Birincisi Cengizhan. Dünyadaki bilmem kaç insandan biri onun genini taşıyormuş. Oğullar torunları falan o zamanlarda fena çalışmış. Gelsin karılar alem yapalım. Sefere çıkalım çeşit çeşit renk renk karı toplayalım. Şahıs dışı kavramlar arasından ise aday olarak merak kavramını sunuyorum. İnsanın başına ne gelirse ya meraktan ya da  adı telaffuz olarak benzeyen ama telaffuz edemeyeceğim. (Ama başka şeyler yapar bu arkadaş) şeyden gelir. Bu kötülük babası arayışıma sonra da devam edeceğim. Sauron'a kadar yolu var. Yeter be yazı bitti.  Şimdilik kapatın gidin bu sayfayı.... Saygılar...

13 Ocak 2013 Pazar

Allah'ın hakkı kaçtır?

 



 Sevgili blog... Bana bu dijitalmi dijital, bir o kadar sanal ama yine de word arayüzünden dolayı Saruman sakalı kadar beyaz olan bu sayfayı ayırdığın için teşekkür ederim. İnsanlar genelde düşüncelerini paylaşmak be boşalmak için yazarlar ve rahatlarlar. Yani normalde meslek olarak yazı yazmayan insanlardan bazıları deşarj cihazı olarak blog, günlük vs. yazar. Kimisi şiir yazar, kimisi de gider karıya - kıza yazar. Ben sadece saçmalamak için yazıyorum. Yazıda kıssadan hisse falan aramayınız. Gözlemlerimi paylaşıyorum. Kendiniz hissenizi yaratın. Hisse kelimesi de çok ilginç bu arada. Hisle duyguyla alakası yok. Esas konuya girmek istiyorum. Geçen gün mesai sırasında gün boyunca 3 kere ıslandım. 3. defanın sonuna ister istemez sövecen bir ruh haline büründüm. Kendi kendime homurdanarak yürürken bir amca önüme çıktı. ''Allah'ın rahmetine kızılır mı oğlum?'' dedi. Amcaya bakmadan yürümeye devam ettim. Dolmuşa bindim. Buradan çıkaracağım sonuç şudur: Allah'ın hakkı gerçekten üçmüş sanırım. İbretlik bir şey beklediniz ama olmadı değil mi? Hayat Samanyolu Tv yapımları gibi değil ne yazık ki....
   



 Bahar yaklaşıyor. Yaza hazırlık yapmak lazım. Bikiniye girmek için spor ve diyete başlama zamanı neredeyse geldi. Bu işin perde arkasında neler dönüyor çok merak ediyorum. Bence bikini firmalarının sahipleriyle, bol tahıllı special K'lı mavi yeşil mor yiyecek firmalarının sahipleri aynı kişiler. Samandan bisküvi ve bikini işini beraber yürütüyorlar.  Bisküviden artan tahıl liflerinden geri dönüşümlü bikini yaparak satıyorlar.
Bikini de atom bombası denemeleri yapılan adanın adı. Oradaki  yerli ablalar samandan yaparlarmış orjinallerini. Meseleyi ve bağlantıyı anladınız sanırım. Atom bombası ne alaka derseniz onu da anlatayım. O bikiniyi  hakkını vererek giyen genç ve güzel ablalara atom bombası denir. Bir tespitim daha var. Bikini denildiğinde bir erkeğin gözünün önüne ilk olarak göğüs dekoltesinin olduğu kısım gelir. Çünkü refleks olarak size doğrultulan şeyin en çıkıntılı ama işlevsel kısmına bakarsınız. Bir bayanın aklına ise basen bölgesi gelir. Çünkü refleks olarak üstünüze giydiğiniz şeyin arkadan nasıl durduğunu düşünürsünüz. Ben şahsen donla yüzmeyi tercih ediyorum . Kahretsin geleneksel bir tarafım var galiba....
    Geçen sabah otobüse bindim. Çok soğuk bir hava vardı. Arka koltuklardan kalorifer yanı olanı gözüme kestirip hemen oturdum. Çok çakalsın olum ha bu kalabalığın hepsi gerizekalı var ya falan diye düşünüp İçimden kötü adam gülüşü yaptım. Isınmanın etkisiyle mayıştım. 2 durak sonra kafam düşmeye başlamıştı. 3. durakta duran otobüsün fren ivmesiyle uyanıp gözümü açtım. Tam karşımda oturan kızı gördüm. Ağzımın suyu gerçekten akmış mıydı yoksa uyku durumundan salya mı yapmıştım bilmiyorum. Bir de kız da bana bakıp gülümsüyordu. Bir kaç saniye sonra kafa yerine geldi. Şapşallığıma güldüğünü düşündüm. Cool bir tavırla gözlerimi tekrar kapattım ve uykuya dönerim ulen kız mız boşver uyku daha tatlı rolü yaptım. Bir süre sonra gözlerimi tekrar açtım. Kalorifer etkisini göstermişti. Kızın da kafa düşmüş uykuya dalmıştı. Kıza baktım. İzledikçe salaklaştım. Masumiyet = ok, Güzellik = ok, tarz =ok, (bakımlı tırnaklar, muntazam siyah oje, beyaz ten, şirin giyim tarzı, sade makyaj, akmayan salya, horlamayan gırtlak).Kız o an gözünü açtı. Önce durağına baktı. Sonra bana. Sonra kapattı yine. ( Uyanan bir köpek yavrusu edasıyla) Sonra benim durağım geldi. Durak gelmez aslında durağa varılır. Kalktım düğmeye bastım. Soğuk caddeye inerken ruhum da soğumuştu. Abi hidrolik asansör mü? Hmmm umarım maksimum basınç valfi çalışıyordur. Abi sabah otobüste  bi kız gördüm aşık oldum ya... Panoda faz koruma çalışıyor değil mi? Karşılıklı uyuduk. Bana gülümsedi ha. Sigortlarda kaçak akım var değil mi?... Sonuç olarak otobüsteki kalorifer de güzel bir kızın gülümsemesi de ne kadar ısıtırsa ısıtsınlar sonunda bedende, ruhta üşüyor hayatın sıkıcılığında...



 Bu aralar müzik zevkimde de arayış içindeyim. Son takıldığım tür oryantal melodik metal. Biraz Pentagram kafasına benziyor ama daha macunlusundan. Yani dansöz kıyafeti giyip headbang yapabilirsin. Devenin üstüne jenaratör bağlayıp çölde giderken elektro gitarla solo atabilirsin. Ayrıca death vokalle yallah habibi falan diye bağırınca çok komik oluyor. Tavsiye ederim çok eğleneceksiniz. Aeternam, Myrath deneyin bu grupları... Baba artık kaçar...